
Neden Kendimizi Saklarız?
- Svd
- 4 Haz
- 2 dakikada okunur
Bir insan neden saklanır?
Kendini saklamak öyle basit bir savunma değil. Bu bir taktik, bir alışkanlık, bir çaresizlik, bazen bir kültür. Bazen de bir kalıtım. Kimi zaman içimize gömülürüz, sessizliğimize sığınırız çünkü dünyada çıplak kalmak kadar ürkütücü az şey vardır.

Oysa çıplaklık sadece tenle ilgili değildir; duyguların çıplaklığı, kırgınlıkların, korkuların, travmaların, hatta hayallerin… İşte asıl onları göstermekten korkarız. Çünkü çoğu zaman, gösterdiğimizde anlayan olmaz. Ya da anlamak istemeyen çok olur.
Hastalanırsın mesela. Fiziksel olarak bir çöküş yaşarsın ama onu da “geçer” diye geçiştirirsin. Çünkü hastalığını görünür kılmak, sana yüklenen "güçlü kadın" veya "dimdik duran adam" rollerine zarar verir. Oysa insan hem güçlü hem de hasta olabilir. Hem üretken hem tükenmiş. Hem seven hem kırgın. Hem umut dolu hem vazgeçmiş.
Ama biz ne yaparız?
Saklarız.
Gizleriz.
Yutarız.
Bastırırız.
Çünkü dışarıdan güçlü görünmek çoğu zaman içten güçlü olmaktan daha çok ödüllendirilir.
Ve biz o “ödül” sandığımız onayların peşinden gideriz. Takdirler, gülümsemeler, “helal olsun” lar... Oysa kendi içimizde koca bir çöküş yaşanır. Gizlenmiş gerçekler büyür, duygular çürür, bastırılanlar bağırır.
Peki neden?
Bu bir alışkanlık mı?
Yoksa bir konfor alanı mı?

İkisi de. Kendi gerçeğimizle yüzleşmekten korkarız. Çünkü yüzleşmek, değişim ister. Ve değişmek, çoğu zaman yıkıcı bir şeydir. Ama aynı zamanda da doğurgandır. Yeni bir sen, ancak eskisini yıkınca ortaya çıkar.
Ve çevre… Toplumun, ailenin, sosyal medyanın, arkadaşlarının, iş yerinin… Hepsinin senin üzerinde bir senaryosu var. Senden ne olman gerektiğini bildiklerini sanıyorlar. Gülümseyen kadın. Çalışkan adam. Sabırlı anne. Güçlü eş. Sessiz hasta. Başarılı danışman…
Ama kimse sana sormuyor: “Sen ne hissediyorsun?”
Kadınlar bastırılır, erkekler ise bastırmayı öğrenir.
Kadınların gözyaşı olağandır, erkeklerin öfkesi.
Oysa ikisi de hastadır. İkisi de yaralıdır.
Erkeklerin konuşmasına izin verilmez. Anlatmaya çalıştıklarında ya küçümsenirler ya da “abartıyor” denir. Onlar da susar. Ve o suskunluk onları içeriden yer. Yaşlanmadan yaşlanırlar. Yorulmadan yorulurlar. Ve çoğu zaman vakitsiz giderler. Biz arkasından "ne kadar içine atmış" deriz.
Ama onu dinleyen kimdi? Kendisini anlatmasına ne kadar izin verdik?
Kendimize yalan söylemek, küçük bir kaçış gibi başlar. Ama sonunda bir yaşam tarzına dönüşür. Ve ne yazık ki bu yalana alışmak, gerçeğe olan direncimizi büyütür. Gerçek artık tehdit gibi görünmeye başlar.
Halbuki gerçek, iyileştirir.İyileştirmezse bile özgürleştirir.
Bu yazıyı okuyan sen; Hangi yönünü sakladığını biliyorsun. Belki ağlamaktan, belki kırılmaktan, belki tekrar aşık olmaktan korkuyorsun. Ama bil ki, kendini saklayarak yaşamıyorsun. Sadece var oluyorsun. Ve bu fark, ruhunla bedenin arasına açılmış en derin uçurum.
Artık göster kendini.
Gerçeğinle, korkularınla…
Çünkü o an başlayacak asıl hayat. Neden Kendimizi Saklarız?
Comments